SON KONULAR

17 Ocak 2016 Pazar

Atatürk Dönemi Dış Politikası


Lozan Konferansından Kalan Sorunlar :
  • Yabancı Okullar Sorunu
  •  Nüfus Değişimi
  • Musul Sorunu
  • Kabotaj Hakları
  • Boğazlar Sorunu
  • Hatay Sorunu

Yabancı Okullar Sorunu
  • Türk dili, Türk tarihi ve coğrafya dersleri, Türk öğretmenleri tarafından okutulacaktır.
  • Yabancı okullar M.E.B bağlı olacaktır.
  • Türk müfettişler tarafından denetlenecektir.
  • Koşulları kabul eden okullar eğitimlerine devam edecektir.

Nüfus Değişimi
  • Yunanlılar İstanbul' da daha fazla Rum bırakmak isteyince Türk hükümeti bu duruma karşı çıkmıştır. Sorun Adalet divanına götürüldü.
  • İki hükümet karşılıklı olarak mallara el koydular, yeniden Lozan Barışı uygulandı.

Musul sorunu ve Ankara Antlaşması (1926)
  • Milletler Cemiyeti sorun karşısında Türkiye aleyhine karar verildi.
  • Şeyh Sait Ayaklanmasının çıktığı dönemde İngiltere 1926 Ankara Antlaşması imzalandı. Musul, Irak' a bırakıldı. Petrol gelirlerinin %10' u 25 yıl süreyle Türkiye' ye bırakıldı.

Kellog Paktı (27 Ağustos 1928):
Barışı korumak amacıyla Abd ve Fransa dış işleri bakanının yaptığı bu girişime Türkiye 1929 da üye oldu.

Türkiye' nin Milletler Cemiyetine Üye Olması (18 Temmuz 1932)
Yurtta sulh cihanda Sulh düşüncesiyle yola çıkıldı.
Cemiyet II.Dünya Savaşı ile dağıtıldı.

Balkan Antantı (9 Şubat 1934)
  • İtalya ve Almanya' nın tutumu üzerine Balkanların güvenliğini sağlamak amaçlı kuruldu.
  • Türkiye, Yunanistan, Romanya, Yugoslavya katıldı.
  • Bulgaristan Balkan ülkeleri ile olan sorunu sebebiyle katılmadı.
  • II. Dünya Savaşı ile ortadan kalkmıştır.

Möntro Boğazlar Sözleşmesi (20 Temmuz 1936)
  • Japonya' nın Mançurya' ya saldırması, İtalya' nın Habeşistan' ı işgali ile II. Dünya Savaşı tehlikesi belirince boğazların durumunun yeniden görüşülmesi talep edildi.
  • Sözleşme İle :
  • Boğazlar üzerindeki tüm kısıtlamalar kaldırıldı.
  • Egemenlik hakkı Türkiye' ye bırakıldı. Boğazlar komisyonu dağıtıldı.
  • Tütkiye' nin jeopolitik önemi arttı.

Sadabat Paktı (9 Temmuz 1937) (Doğu Sınırları güvende)
  • İtalya' nın Ortadoğu Politikası ve Habeşistanı almak istemesi
  • Üzerine Yakındoğuda barış ve güvenliğin sağlanması amacıyla
  • Türkiye, İran, Irak, Afganistan arasında imazalanmıştır.
  • Türkiye doğu sınırlarını güven altına aldı.
  • II.Dünya Savaşının çıkması üzerine işlevini yitirdi.

Hatay' ın Türkiye' ye Katılması (1939)
  • Fransa ile imzalanan 1921 Ankara Antlaşması Hatay özerk yönetimi kuruldu.
  • Hatay' da yapılan halk ayaklanması ile 2 Eylül 1938' de Hatay Cumhuriyeti kuruldu.
  • 30 Haziran' da Hatay Meclisi aldığı kararla Türkiye Cumhuriyeti' ne katıldı.

II.Dünya Savaşı (1939-1945)
  • 1.Dünya Savaşı' nın ekonomik bunalımı ve Versay Antlaşması' nın dengesizlik yaratması sonucu başlamıştır.
  • Mihver Devletler : Almanya ve İtalya ve Japonya' dır.
  • Müttefik Devletler : ABD, SSCB, İngiltere, Fransa
  • Sonuçta Almanya yenildi ve ;
  • Avrupa' da doğu ile batı arasında 2 etki alanı oluştu.
  • Almanya ikiye ayrıldı.
  • Birleşmiş Milletler kuruldu. (1945)
  • ABD' nin Avrupa Politikası sistemleşti.
  • Sömürgecilik kaldırıldı.
  • İsrail Devleti kuruldu.
  • Nato ( Kuzey Atlantik Paktı) ve Varşova Paktı kuruldu.
  • Soğuk Savaş başladı.
Türkiye Savaşın dışında kalmıştır. Ancak savaş sonu politikalarda etkili olmak için Almanya' ya savaş ilan etti. İngiltere Adana görüşmelerinde Türkiye' ye savaşa katılması için baskı yapmıştır.


Devamı »

7 Mart 2014 Cuma

Ahmet Haşim (1884-1933)


1884 yılında Bağdat’ta doğan Ahmet Haşim, Fecriati topluluğu dağıldıktan sonra da edebî anlayışını değiştirmeden sanat hayatına devam etmiştir. Sembolizmin edebiyatımızdaki en önemli temsilcisi olan sanatçı, Cenap Şahabettin’in sadece müziği ve ahengi ön plan çıkaran sembolist şiir anlayışına semboller ve hayal unsurlarını kullanmayı da ekleyerek şair, şiirlerinde bunu başarıyla uygulamıştır.
Babasının Arabistan vilâyetlerindeki memuriyetleri sebebiyle düzensiz bir ilkokul tahsili görmüş ve bu yaşamında Arapçayı öğrenmiştir. Annesinin ölümü üzerine 12 yaşında babasıyla birlikte İstanbul’a gelmiş ve Galatasaray Lisesi’ne gitmiştir. I. Dünya Savaşı’ndaki askerliği (1914-1918) sırasında Anadolu’nun çeşitli yerlerini görme fırsatı bulmuştur. 1924′te Paris’e, 1932′de de hastalığı sebebiyle Frankfurt’a gitmiştir. Daha sonra buradaki yaşamını “Frankfurt Seyahatnamesi” adlı eserinde anlatmıştır. Ahmet Haşim’in sanat ve edebiyata olan ilgisi Galatasaray Lisesi’nde başlar.
Edebi Kişiliği
Bilinen ilk manzumesi “Leyâl-i Aşkım” 1901′de “Mecmua-i Edebiyye”de yayınlandı. Bu dönemde Muallim Naci, Abdülhak Hâmid, Tevfik Fikret ve Cenap Şahabettin’in tesiri altında kalmıştır. Son sınıfta iken Fransız şiirini ve sembolistleri tanıdı. Bundan sonra kendi şahsiyetini gösterdi ve ilk şiirlerini kitaplarına almadı. 1905-1908 yılları arasında yazdığı ve daha sonra Piyâle kitabına aldığı “Şii’r-i Kamer” serisindeki şiirleri hayal zenginliği, iç ahenkteki kuvvet ve büyük telkin kabiliyeti ile dikkat çekti ve beğenildi.
Şiirleri o güne kadar alışılmış biçimlere benzemediği için bazı kesimlerden tepki ve eleştiri alan Ahmet Haşim, bu tepki ve eleştirileri “Piyale” kitabının girişinde cevaplar, “Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar” başlığıyla verdiği bu cevaplar aynı zamanda sanatçının kendi şiir görüşünün de bir açıklamasıdır. Ahmet Haşim bu yazısında şiiri şöyle tanımlar: “fiiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır; şair de ne bir gerçek habercidir, ne güzel konuşan insan, ne de bir kanun koyucudur.”
1909′da kurulan Fecriati topluluğuna girmiştir. “Edebiyatı ideolojinin değil, estetiğin emrine vermek” prensibinden hareket eden Fecriati topluluğunun yayın organı olan Servet-i Fünûn dergisinde şiirleri yayımlanmıştır. Servetifünun Edebiyatına yapılan hücumlara makaleleriyle katılmıştır. 1911′de yayımlanan Göl Saatleri adlı şiirleriyle haklı bir şöhret kazanmıştır. Fecriati dağıldıktan sonra siyasî ve edebî akımların dışında kendisine has bir şiir ve nesir anlayışının tek temsilcisi olarak kalmıştır. Milli Edebiyat döneminde eser vermeye devam eden sanatçı, Yahya Kemal’le birlikte “saf (öz) şiirin” de en önemli temsilcisi olur.
Kısaca özetleyecek olursak;
  • Fecriati’nin temsilcilerinden olan şair, topluluk dağıldıktan sonra hiçbir edebi topluluğa katılmamış; sanat anlayışını değiştirmeden sanat yaşamına bağımsız olarak devam etmiştir.
  • İlk şiiri Hayal-i Aşkım’ı 1905′te yayımlamıştır.
  • Sembolizmden etkilenmiştir. Şiirlerindeki doğa manzaraları, sembolistlerin genellikle tercih ettiği “akşam, şafak, gurup, gece, mehtap, güller, yıldızlar, ormanlar” gibi hayal kurmaya uygun yerler ve durumlardır. Empresyonizmden de etkilenmiştir.
  • Türk edebiyatında “akşam şairi” olarak da tanınır.
  • “Sanat için sanat” anlayışını benimsemiş, toplumsal konularla ilgilenmemiştir.
  • Şiirlerinde daha çok serbest müstezat nazım biçimini kullanmıştır.
  • Çocukluk anıları, aşk ve tabiat şiirlerinin başlıca temalarıdır.
  • Bütün şiirlerini aruz ölçüsüyle yazmıştır. “Köylü vezni” olarak nitelendirdiği heceyi musiki açısından çok yetersiz bulduğu için kullanmamıştır.
  • Şiirlerinde anlaşılmak için bir kaygısı yoktur. Dili ağırdır. Arapça, Farsça sözcük ve tamlamalarla yüklü bir dil kullanmıştır. Son dönem şiirlerinde dil sadedir.
  • Şiirleri imge ve iç ahenk bakımından çok zengindir.
  • Şiirleri dış dünyaya ait gözlemlerinin kendi iç dünyasına bıraktığı izlenimlerini yansıtır. Dış dünya, Haşim’in hayal dünyasının en güzel renklerine bürünerek şiirlerine yansır.
  • Düz yazı türlerinde de çok başarılıdır. Fıkra, sohbet, gezi türündeki yapıtlarında kendine özgü bir üslubu vardır. Bu yazılarda parlak zekâsını ortaya koyan orijinal buluş ve görüşleri yer alır.
  • Düz yazılarında dil, şiirlerine göre sadedir. Bazen nükteli ve alaycı bir üslup kullanmıştır.
  • Şiirle ilgili görüşlerini “Piyale” adlı şiir kitabının ön sözünde (Şiir Hakkında Bazı Mülahazalar) açıklamıştır.
  • Şiirle ilgili görüşleri: Şiirin asıl özelliği duyulmaktır. Şiirin dili “musiki” ile “söz” arasında sözden ziyade musikiye yakındır. Şiirdeki bu dil “bir açıklama vasıtası olmaktan çok bir telkin aracı”dır. Şiirde musiki anlamdan önce gelir. Bu sözcükler şiire anlam değerinden çok musiki değerlerine göre girer. Şiirin anlam bakımından açık olması önemli değildir. Şiirin doğduğu yer şuuraltıdır (bilinçaltıdır). Şiir düz yazıya çevrilemeyen bir nazımdır. Şiir bir hikâye değil, sessiz bir şarkıdır. Şiirde anlam aramak, eti için bülbülü öldürmek gibidir. En güzel şiirler anlamlarını okuyucunun ruhundan alan şiirlerdir. Şiirde önemli olan anlam değil, söyleyiş özellikleridir.
  • “Merdiven”, “O Belde” en önemli şiirleridir. Ayrıca Bkz. Merdiven Şiiri Tahlili
Eserleri:
  • Şiir: Göl Saatleri, Piyale
  • Gezi: Frankfurt Seyahatnamesi
  • Deneme-Fıkra: Gurebahane-i Laklakan, Bize Göre
Devamı »

26 Aralık 2013 Perşembe

Sohbet (Söyleşi)


Bir yazarın günlük olaylar arasından seçtiği bir konuyla ilgili kendine özgü görüş ve düşüncelerini fazla derinleştirmeden karşısındakilerle konuşuyormuş gibi anlattığı yazı türüne “sohbet (söyleşi)” denir. Bir diğer deyişle güncel bir konuda yazarın okuyucuyla konuşuyormuş gibi samimi ve anlaşılır bir dille yazdığı, her türlü özentiden uzak yazılara sohbet denir. Bu yazı türünde yazar, ele aldığı konuyu derinlemesine incelemez, bilimsel bir ispatı da amaçlamaz. Yazarın amacı okuyucuyla samimi diyaloglar kurarak sadece düşüncelerini açıklamaktır. Bu yazılar genellikle gazete ve dergilerde yayınlanır. Hatta gazetelerde sohbet (söyleşi) adı altında bu tür yazıların kaleme alındığı köşelerde bulunabilir. Sohbet yazılarına eskiden “muhasebe” denirdi.

Sohbetin özellikleri şunlardır:
  • Çoğunlukla, günlük konuların işlendiği sohbet yazılarında konuşma senli benli bir anlatım yolu seçilir.
  • Yazar deyimlerden, atasözlerinden, hatıralardan, halk fıkralarından, nüktelerden, özlü sözlerden çokça yararlanır.
  • Sohbet türü yazılarda herkesi ilgilendiren konular seçilir.
  • Cümleler, konuşma üslubundadır ve genellikle devriktir.
  • Yazar karşısında biri varmış gibi sorular sorar, cevaplar verir, düşüncelerini günlük konuşma dili içtenliği içerisinde açıklar.
  • Sohbetlerde konu uzatılmaz, fazla ayrıntıya girilmez, sadece konuya dikkat çekilir, anlatılanlar kanıtlanmaya çalışılmaz, anlatılanlara inanılması için bir gayret ortaya konmaz.
  • Amaç, okuyucuyu konu üzerinde düşünmeye davet etmektir.
  • Bu yazılar gazete ve dergilerde yayımlanabildiği gibi yazar bu yazıları ayrıca bir kitap olarak da basabilir.
  • Sohbet türünde makalede olduğu gibi giriş gelime ve sonuç bölümleri bulunur; ancak karşılıklı konuşma havası içinde yazılması ve açıklanan düşüncelerin ispatlanma gereği duyulmadan anlatılması yönünden makaleden ayrılır.
  • Yazar sohbet türünde genellikle kişisel düşüncelerini anlatır, bu yüzden de sohbet türü öznel bir anlatıma sahiptir.
Sohbetle İlgili Kavramlar
Sohbet: Dostça, arkadaşça konuşarak hoş bir vakit geçirme, söyleşi, yârenlik, hasbihâl.
Söyleşi: Arkadaşça, dostça karşılıklı konuşma, hasbihâl, sohbet anlamına gelirken bu kavramın edebiyattaki anlamı: Bir bilim veya sanat konusunu, konuşmayı andıran biçimde inceleyerek anlatan edebiyat türüdür.
Musahabe: Konuşma, görüşme, söyleşi.
Hoşsohbet: Güzel ve tatlı konuşan kimse.
Nükte: İnce anlamlı, düşündürücü ve şakalı söz, espri.
Nüktedan: Nükteli ve ince anlamlı konuşarak karşısındakini düşündüren kimse.
Türk Edebiyatında Sohbet
Sohbet türünün samimi havası ve bu türün okuyucuyla kurduğu sıcak iletişimden dolayı pek çok yazarımız bu yazı türünde örnekler vermiştir. Bu yazarlarımızdan bir kısmı ise bu yazılarını bir kitapta toplayarak yayınlamıştır. Türk edebiyatının önemli gazetecilerinden biri olan Ahmet Rasim bu yazarlarımızdan biridir. Sanatçının “Ramazan Sohbetleri” adlı eseri sohbet türündeki yazılarını topladığı bir eseridir. Bu türe ait eserler diğer düzyazı türleriyle birlikte Cumhuriyet döneminde gelişmiştir. Suut Kemal Yetkin’in “Edebiyat Söyleşileri”, Şevket Rado’nun “Eşref Saati”, Melih Cevdet Anday’ın Dilimiz Üzerine Söyleşiler, Nurullah Ataç’ın “Karalama Defteri” bu türde yazılmış yazıları içeren eserlerdir. Ayrıca Cenap Şahabettin, Refik Halit Karay, Hasan Ali Yücel, Attila İlhan gibi yazarlarımız da bu türde eserler vermişlerdir.
Sohbet – Deneme Farkı
  • Sohbette yazarın okuyucuyla konuşuyormuş gibi bir anlatımı vardır. Denemede ise yazarın kendi kendisiyle konuşuyormuş gibi bir anlatımı vardır.
  • Sohbette nüktelerden, halk söyleyişlerinden, fıkralardan yararlanılır. Sohbetin dili ve anlatımı yalındır. Denemede ise daha ciddî bir dil kullanılır.
  • Sohbette kısa ve yüzeysel bir anlatım vardır. Amaç, yazarın okuyucuyu kendi düşüncesine çekmesi veya kendi düşüncesi doğrultusunda düşünmesini sağlamasıdır. Denemede ise derinlemesine bir anlatım vardır ve okuyucuyu etkilemek, yönlendirmek gibi bir amaç güdülmez.
Sohbet Örneği
Şiir Nedir?
“Şiir nedir”? diye soruyorsunuz. Edebiyat yapmayı, büyük söz etmeyi sevenler için şiir ne değildir ki! Şiir bir çığlıktır, bir ilan-ı aşktır, sallanan bir yumruktur, bir umuttur, bir kurtuluştur vb… Kuşkusuz, bunların hepsi şiirde olabilir, fakat bunlar nesirde de olan şeylerdir. Şiirin ne olduğunu anlayabilmek için onu nesirden ayıran özellikleri aramak, onlar üzerinde durmak daha doğru olur sanıyorum. Düşüncemi bir örnekle açımlayayım: “Ağlarım hatıra geldikçe gülüştüklerimiz.” dizesini elbette duymuşsunuzdur. Şair ne demek istiyor? Gülüştüklerimiz hatıra geldikçe ağlarım. Bu bir nesir cümlesidir. Şair ne yapmış? Bu nesir cümlesinin her sözcüğünü değerlendirerek bu duyguyu son anlatımına kavuşturmuş.
Şair karşımızda olsa göreceğimiz manzara nedir? Bir adam ağlıyor. O halde dizenin ilk sözcüğü “ağlarım” olacak. Neden ağladığını merak etmez miyiz? Bu kez onu söylemek gerek. Bir şeyler hatırladığı için. Öyleyse, dizenin ikinci ve üçüncü sözcükleri “hatıra geldikçe” olacak. Peki neymiş acaba böyle hatırladıkça ağladığı şey? “Gülüştüklerimiz” diyor ve böylece her sözcük yerini alıyor ve bildiğimiz dize ortaya çıkıyor. “Şiir bir deyiştir, sözcüklerle güzel biçimleri kurmak sanatıdır” denilmesi bundandır. Şair de bu sanatı bilen adamdır.
Bu sanatın anlatım aracı dil ve gereci de sözcükler olduğuna göre, şiir yazmak isteyen adamın kullandığı dilin bütün kurallarını iyi bilmesi, sözcüklerini sınıf arkadaşları gibi yakından tanıması, hangi sözcüğün nerede ve nasıl kullanıldığı zaman kendisinden beklenen ödevi yerine getireceğini bilmesi gerektir. Şiir yalnız duymakla, parlak imgeler bulmakla değil, dil ve sözcükler konusundaki bu bilgilerle, bu sevgilerle, bu dikkatlerle yazılabilir. Şairden beklediğimiz işte bu davranıştır. Bundan sonrası yani yapıtının çapını belirleyecek şey şiir yaratma gücüdür. Şair ister sevgilinin servi boyundan, ister bir savaştan, ister mahallesinin yoksulluğundan, ister haksızlıktan söz etsin, kendi bileceği iştir, yeter ki her şeyden önce şiir yazdığını bir saniye hatırından çıkarmasın.
Baki Efendi, Yahya Kemal, Nâzım Hikmet, Ahmet Muhip, Orhan Veli aynı şeylerden söz etmezler, ama hepsine şair diyoruz; çünkü hepsi de şiirin şundan bundan söz etmek değil, güzel biçimler kurmak sanatı olduğuna inanmıştır. Böyle olduğuna göre, şiir toplum için mi, dâva için mi? diye düşünmeye yer yoktur. Şiir yazan adam kör ya da sağır değildir ki, çevresinde olup bitenleri görmesin, duymasın; elbette kendisine en çok dokunan şeylerden söz edecektir. Kunduracıdan ayakkabı beklediğimiz gibi şairden de şiir bekleyelim.
Nasıl ki kunduracı hem iskarpin, hem terlik, hem potin, hem çizme yaparsa, şair de gününe ve koşullarına göre ıstırap şiiri, aşk şiiri, isyan şiiri, ölüm şiiri, kurtuluş şiiri yazar. Bütün sorun, sanatçının yaratma gücüne karışmamaktır. Bir yıldan beri çıkmakta olan ‘Kaynak’ dergisini sevgi ve dikkatle izliyorum. Daha çok bıyıklan yeni terlemiş çocukların şiirlerini yayımlıyor. İçlerinde umut verici olanlar yok değil, fakat darılmazsanız söyleyeyim, (hem yalnız Kaynak’ta değil, başka sanat dergilerinde de görüyoruz bunu) yeni yetişenlerin çoğu şiiri ciddiye almamakta, onu nerdeyse günlük bir gönül eğlencesi saymaktadır. Sonra nasıl hepsi birbirine benziyor! Oysa on beş yıl önce Ahmet Muhip’in, Fazıl Hüsnü’nün, Ziya Osman’ın şiirleri hiç de birbirine benzemezdi. Çünkü üçünün de kişilikleri daha o zamandan belli olmuştu. Yeni yetişen arkadaşlardan, şiiri kendilerine aşk ve dert edinmelerini, şiirin gizlerini kendi kendilerine keşfetmeye çalışmalarını, kendilerinden önce gelmiş olan şairlerin ne yaptıklarını, şiire neler getirdiklerini, ne gibi güçlükleri nasıl yendiklerini öğrenmeye çaba göstermelerini ve şiirin sabır ve direnme işi olduğunu daima hatırlarında tutmalarını dilerim.
“Nurullah Ataç’ın yarattığı sözcüklerle şiir yazılabilir mi?” diyorsunuz. Yazılmaz tabii. Ama o sözcüklerden tutanları ile ilerde pekâlâ yazılabilir. Zaten bugün Nurullah Ataç’ın böyle bir şey söylediği yoktur. Konuşma dilinden ayrı bir şiir dili benim şiir anlayışıma göre olamaz. Bakın Melih Cevdet’in, Oktay Rifat’ın ve onlar gibilerin şiirlerine, hepsi sizin benim konuşurken kullandığımız sözcüklerle yazılmıştır. Bence, şiirde doğru yol da budur. Anamın, bacımın, kız kardeşimin kullandığı dipdiri, her hecesini etimde, canımda duyduğum sözcükler dururken sözlüklerde küflenmiş sözcüklerle şiir yazamam doğrusu.
Yeni yetişen arkadaşlara, Yahya Kemal, Nâzım Hikmet, Ahmet Muhip, Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat, Cahit Külebi gibi işlerinin ehli olan şairleri örnek gösterebilirim, ama örneğin ikinci bir Muhip veya ikinci bir Melih olmak için değil, kendi kişiliklerini bulmak için; çünkü adlarını gelecek yüzyıllara ancak kişilikleriyle ulaştırabilirler.
Cahit Sıtkı TARANCI
Devamı »

Türkçe Zarf Tümleci, Zarf Tamlayıcısı, Belirteç Tümleci, Özellikleri Konu Anlatımı

ZARF TÜMLECİ, BELİRTEÇ TÜMLECİ, ÖZELLİKLERİ (TÜRKÇE DERSİ KONU ANLATIM)

-Yüklemi zaman, durum, miktar, ölçü, yer yön ve soru yönünden gösteren sözcük ya da sözcük öbekleri cümle içinde zarf tümleci görevi yapar.

-Yükleme yöneltilen “Nasıl?” sorusu durum zarfı tümleciyle ilgilidir.

Örnek:

İnsan düşündüklerini açıkça söyleyebilir. (Nasıl söyleyebilir?)

Damlaya damlaya göl olur. (Nasıl göl olur?)

Olanları ağlaya sızlaya anlattı. (Nasıl anlattı?)

-Yükleme yöneltilen “Ne zaman?” sorusu, zaman zarfı tümleciyle ilgilidir.

Örnek:

O acılı haberi duyunca çok üzülmüştü. (Ne zaman üzülmüştü?)

Tren on beş dakika sonra burada olur. (Ne zaman burada olur?)

Gelecek ay yeni bir araba alalım. (Ne zaman alalım?)

-Yükleme yöneltilen “Ne yöne? Ne taraf?” soruları yer-yön zarf tümleciyle ilgilidir.

Örnek:

Biraz bekleyip aşağı indim. (Ne yöne?)

Az önce dışarı çıktı. (Ne tarafa?)

Korkudan bir adım geri çekildim. (Ne yöne?)

-Yükleme yöneltilen “Ne kadar? Kaç tane?” soruları azlık-çokluk zarf tümleciyle ilgilidir.

Örnek:

Onu bir saat daha bekleyelim. (Ne kadar bekleyelim?)

Bugün bırak, yeterince çalıştın. (Ne kadar çalıştın?)

Çocuk ablasından biraz daha çalışkandı. (Ne kadar çalışkandı?)

-Soru zarfı tümleci, yüklemi durum, zaman, yer-yön, miktar, ölçü olarak soru biçiminde etkiler.

Örnek:

Nasıl dayanırım sensizliğe nasıl?

Neden yapmadın söylediklerimi?

Niye bakıp duruyorsun yüzüme?

UYARI: Yer-yön bildiren sözcükler ad durum ekleriyle çekimlenirse zarf tümleci değil, nesne ya da dolaylı tümleç görevi yapar.

Örnek:

Bir de aşağıyı temizle. (Neyi?)
Belirtili nesne

Sizi içeride bekliyor. (Nerede?)
Dolaylı tümleç

Yukardan gürültü geliyor. (Nerden?)
Dolaylı tümleç

Zarf Tümlecinin Özellikleri:

-Ara söz, kimi cümlelerde zarf tümlecini açıklamak amacıyla kullanılır ve açıklamalı zarf tümleci meydan gelir.

Örnek:

Önümüzdeki hafta, Pazartesi günü, yeni bir sınav var.
Zarf Tümleci         Zarf tümlecinin açıklayıcısı         Yüklem

-Bağ eylemlerin yer aldığı çeşitli söz grupları cümlede zarf tümleci görevi yapar.

Örnek:

Yan Cümle         Temel cümle
Eve uğrayıp /     eşyalarımı alacağım.
Zarf Tümleci                           Yüklem

Düşünmeden /        hareket etme.
Zarf tümleci                 Yüklem.

-Sıralı cümlelerde zarf tümleci birden çok cümlenin ortak öğesi olarak kullanılabilir ve ortak zarf tümleci meydana gelir.

Örnek:

Sana her zaman güvendim, inandım.

Sana her zaman güvendim.

Sana her zaman inandım.

-Bir cümlede aynı veya ayrı türden birden fazla zarf bulunabilir. Aynı türden olan aynı soruya yanıt veren zarfların tümü aynı öğe olarak alınır. Ancak sorular farklı olduğu sürece bunlar ayrı ayrı değerlendirilip ayrı zarf tümleçleri oluşturur.

Örnek:

Görmeden, bilmeden, vermeden akıyorsun.
Zarf tümleci (Nasıl?)

Ertesi sabah, dinlenmiş bir biçimde güverteye geldi.
Zarf tümleci              Zarf tümleci
(Ne zaman?)                 (Nasıl?)

UYARI: Sıralı cümlelerde ortak kullanılan zarf tümleci ilk yükleme uygunken, diğer yükleme uymayabilir. Bu anlatım bozukluğu zarf tümleci eksikliği olarak değerlendirilir.

Örnek:

Annem hiçbir zaman kendini düşünmedi, bizim mutluluğumuz için çalıştı.

Annem hiçbir zaman kendini düşünmedi; her zaman bizim mutluluğumuz için çalıştı.
Devamı »

18 Aralık 2013 Çarşamba

Kader ve kazayla ilgili ayet hadisler


"Şüphesiz ki biz, her şeyi bir kader (ölçü) ile yarattık." (Kamer/49),


"Allah her şeyi yaratmış ve her birine belirli bir nizam vererek, onun kaderini tayin ve takdir etmiştir." (Furkan/2),

"Yeryüzünde ve sizin başınıza gelen her hangi bir olay yoktur ki, biz onu yaratmadan önce o, kitapta bulunmasın. Doğrusu bunu bilmek Allah´a kolaydır." (Hadid/22),

"Ölümü aranızda biz tayin ettik..." (Vakıa/60),

"Bu sebeple yıllarca Medyen halkı içinde kaldın. Sonra da bir takdire göre buraya geldin ey Musa!..." (Taha/40),

Peygamber Efendimiz (s.a.v.)den Hz.Ömer (r.a.)ın rivayet ettiği, Cibril hadisi diye bilinen hadis-i şerifte, iman, İslâm ve ihsanın ne olduğunu Cebrail e anlatırken iman konusunda şu ifadeyi kullanmıştır: "İman, Allah´a, meleklerine, kitaplarına, Peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayrın ve şerrin Allah´tan olduğuna inanmaktır." (Müslim/İman),

Bu hadiste kadere inanmanın iman esaslarından olduğu açıkça belirtiliyor. Bununla birlikte ilâhi bir sır olarak kabul edilen kaza ve kader konusunda Peygamberimiz, fazla konuşulmamasını, münakaşa edilmemesini, bu konuya fazla dalınmamasını tavsiye etmiştir.
Devamı »

Meşrutiyet Nedir?

Hükümdarlıkla yönetilen bir ülkede hükümdarın başkanlığı altında parlamento yönetimine dayanan hükûmet biçimi.
Osmanlı İmparatorluğunda 1876 Anayasasıyla başlayan ve 1918 Mondros Mütarekesine kadar süren, I. ve II. Meşrutiyet dönemi adlarıyla anılan süre.
Devamı »

Kısaca Meşrutiyet Nedir?

Kısaca Meşrutiyet Nedir?

Hükümdarların başkanlığı altında anayasalı parlamento idaresi. Bu idare şeklinde tamamı veya bir kısmı halk tarafından seçilen bir meclis vardır. Osmanlı tarihinde 23 Aralık 1876 dan 13 Şubat 1878 e kadar ve 23 Temmuz 1908 den 16 Mart 1920 tarihine kadar olan iki ayrı devreye meşrutiyet devirleri adı verilir.
Devamı »

17 Aralık 2013 Salı

Güneş Sistemi Gezegenleri Ders Sunumu İndir

Sunum Hakkında Bilgi


Öğrencilerin zorlanabildikleri sayısal bir ders olan Fen ve Teknoloji dersi müfredatında yer almakta olan konuların en iyi şekilde anlaşılabilmesi ve pekiştirilebilmesi amacı ile Fen ve Teknoloji dersi konularına özel olarak hazırlanmış ve görsel açıdan zengin içerikli sunumlar oldukça büyük bir destek sağlamaktadır. Öğrencilerin Fen ve Teknoloji dersi müfredatında yer almakta olan konuları, görsel olarak da görerek, çok daha kolay bir şekilde pekiştirebilmesi açısından Fen ve Teknoloji dersi sunuları oldukça büyük bir önem arz etmektedir.
Fen ve Teknoloji dersi sunularını İndirme Linklerinden İndirebilirsiniz.

Sunum Hakkında Bilgi




İndirme Linkleri


Rar Şifresi:

bilmisdede
Devamı »

Lozan Antlaşması

Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lausanne (Lozan) şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, S.S.C.B ve Yugoslavya temsilcileri tarafından, Lozan Üniversitesi salonunda imzalanmış barış antlaşmasıdır. Lozan Antlaşması nin yazılması için düzenlenen Lozan Barış Konferansı 8 ay sürmüş ve Türk tarafının kayıtsız şartsız bağımsızlık talebi nedeniyle çetin geçmiştir. Görüşmelerde Türkiye'yi temsil eden İsmet Paşa başkanlığındaki Lozan Barış Konferansı üyelerinin rolü büyüktür. I. Dünya Savaşı sonrasında İtilaf devletlerince Osmanlı Devleti’ne imzalatılan Sevr Antlaşmaıması neredeyse devleti haritadan silmiş ve egemenliğini ciddi biçimde sınırlayan hükümlere yer vermiştir. Atatürk önderliğinde Milli Mücadele'ye başlayan Türk ulusu savaş meydanlarında büyük zaferler kazanmış ve Lozan Antlaşması ile siyasi ve hukuki alanda tescil etmiştir.

Uluslararası kabul pek çok yönden önem taşımaktadır. Öncelikle, Türkiye'nin bağımsız ve eşit bir devlet olarak uluslararası topluma kabul edilmesi sağlanmıştır. Lozan ile Misak-ı Milli hedeflerine çok büyük ölçüde ulaşılmıştır. Lozan Konferansı sırasında kapitülasyon olarak nitelenen ve ülkenin iç işlerine karışma yetkisi veren ayrıcalıklar uzun süre tartışılmıştır. Sonuçta kapitülasyonların kaldırılması ve Osmanlı borçlarının ödenmesinin makul bir takvime bağlanması kararlaştırılmıştır. Antlaşma, bu açıdan bir ekonomik bağımsızlık belgesi olma özelliğine de sahiptir.

Ayrıca Lozan, yaklaşık yüzyıldır devam eden Türk-Yunan çatışmasını sona erdirerek, ulaşılan barışla iki ülke arasında bir denge oluşturması bakımından da önem taşımaktadır.
Lozan Antlaşması
I. Dünya Savaşı sonunda galip güçlerce dikte ettirilen ve ağır şartlara sahip barış antlaşmaları II. Dünya Savaşı'na zemin hazırlarken, Lozan'da karşılıklı pazarlıkla barışın güvencesini oluşturan bir düzenleme yapılmıştır. Bu nedenle, savaşı bitiren antlaşmalar içinde halen uygulanan sadece Lozan'dır. Tabiatıyla, bunda Türkiye'nin Atatürk'ün belirlediği ''Yurtta Sulh, Cihanda Sulh'' ilkesine sadık kalması ve Lozan Antlaşmasının hükümlerinin uygulanmasında da bu ilkeyi gözetmesinin rolü büyüktür.

Türkiye Cumhuriyeti'nin temel nitelikleri, Lozan Antlaşmasında da yer almıştır. Buna göre, ülkesi ve ulusuyla bölünmez bir bütün oluşturan Türkiye'de yaşayan ve Türk devletine vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes eşit ve aynı haklara sahip Türk ulusunu oluşturmaktadır. Antlaşmada Türkiye'de yaşayan Hıristiyan kökenli Rum ve Ermeniler ile Museviler azınlık olarak tanımlanmış; mal, mülk ve ibadet hakları güvence altına alınmıştır.Antlaşma ile Türkiye ile Yunanistan arasında nüfus mübadelesi yapılmasına karar verilmiş, bunun sonucunda 1924 yılında yaklaşık bir milyon Hıristiyan-Rum Yunanistan'a, beş yüz bin Müslüman-Türk de Türkiye'ye göç etmiştir.
Devamı »

Lozan Antlaşması Sonuçları


Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923)

Lozan Barış Antlaşması’nın sonuçları ile Lozan Barış Antlaşması sonucunda, lehimize ve aleyhimize çözüme kavuşturulan konular hakkında bilgiler.

Lozan Barış Antlaşması sonucunda lehimize çözümlenen konular

- Kapitülasyonlar: Her türlü kapitülasyonlar kaldırılmış böylece ekonomik bağımsızlığın kazanılması yönünde önemli bir adım atılmıştır.

- Savaş Tazminatı: Türkiye hiçbir devlete savaş tazminatı ödememiştir. Buna rağmen Yunanistan verdiği zararın karşılığı olarak Karaağaç’ı Türkiye’ye vermiştir.

- Azınlıklar: Azınlıklar konusunda ödün verilmemiştir

- İstanbul’un İtilaf devletlerince boşaltılması

Ayrıca, aleyhimize çözümlenmesine rağmen 1936’da Boğazlar, 1939’da Hatay sorunu Misak-ı Milli’ye uygun şekilde sonradan lehimize olacak şekilde çözüme kavuşturulmuştur.

Lozan Barış Antlaşması sonucunda aleyhimize çözümlenen konular

- Batı Trakya

- Oniki Ada bir daha alınamamıştır

- Patrikhanenin İstanbul’dan taşınması kabul edilmemiştir

- Osmanlı borçları

Lozan Barış Antlaşması hakkında önemli kısa bilgiler

- Lozan Barış Antlaşması’nda çözüme kavuşturulamayan tek konu Musul meselesi’dir. Çözüme kavuşturulamayan bu mesele sebebiyle Irak sınırı çizilememiştir.

- Yunanistan savaş suçlusu ilan edilmiştir.

- TBMM boğazlar konusunda taviz vermiştir.

- Lozan Antlaşması II.TBMM döneminde onaylanmıştır.
Devamı »

Ads

Copyright © 2015 Bilmiş Dede

Designed by Templatezy